Provokatör Nurcu

“İşte, bu nokta-i nazardan, Risale-i Nur’un şakirtlerinden en müthiş bir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrik eder.” Kastamonu Lahikası

Önce hürriyet-i fikir ve hürriyet-i vicdan sınırlarını bir yeniden öğrenelim. Yukarıdaki pasajda geçtiği üzere devlete aykırı düşüncenin karşısında ilk “Nurcu”nun tavrını da önce bir hazmedelim.

Yani neymiş bir Nurcu, rejim kurumlarından birini ya da tamamını lanetlese, fiilen gerçekleşen bir darbe taraftarı olmadıkça onun fikirleri Nurculuktan aforoz edilmezmiş. Hatta bir de ifade ve düşünce özgürlüğü tebrik edermiş bu Nurcuyu.

Gezi Parkı sürecinde, Kemalistlerin alanı domine ettiği 2-3 gün dışında Taksim’deydim. Orada bulunma sebeplerim bu yazının konusu değil. ancak orada bulunmakla ilgili aldığım en naif eleştiri “Cibali Baba gibisi orada, laf söyleyemiyoruz”du. Cibali Baba kim? Üstaddan dinleyelim?

“…Muvakkat veya daimî meczup olduklarından, mânen “mübarek mecnun” hükmünde oluyorlar. Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar. Kendi velâyet-i meczubâneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imanı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş’ûmâne bir sebebiyet verirler.” (Mektubat)

Niyet sorgulamak işim değil ancak bu naif eleştiri bile sırf devletin polisinin bazı uygulamalarını barışçıl yollarla “lanetlemem”, ehl-i dalalete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkmakla bir görülüyor. Tabii bir de meczubluğum da eksik kalmıyor. Yani en hafif ifadeyle sağlıklı düşünemiyorum.

Bunları kendimden konuşmak için yazmadım elbette. Üstad yazdığı ortada, Nurcuların Gezi Parkı olaylarına yaklaşımı ortada. Devlet aynı devlet, tel’in aynı tel’in… Devletten içtinap etmeyen “Nurcular” bugün devleti lanetleyen bir Nurcuya Müslümanlığı bile çok görebiliyorlar. Hürriyet-i fikir ve vicdan ise devletin şefkatli demir parmaklıklarına emanet edilmiş.

Hiçbir dönemde devletle barışabilmiş bir Nurculuğu tasvip etmedim. Tabii bu savaşsın istiyorum demek değil. Üstadın da dediği gibi reddetmek başkadır, kabul etmemek başkadır. Bugün siyasi kanalların açık olmasını, ikbal kapılarının yolunun secdelerden geçmesinin devleti baş tacı yapmaya vesile kılındığı bir zamanda devletten içtinabın her türlüsü talebe-i nurun vazifesidir biliyorum.

Üstadın politik tercih noktasında 3. vazife şiarıyla tavrını Nurculuğun bir vechesi ve ön koşulu gibi yaşamak, 3. vazifeyi öncelemek hizmetin hayrına değildir biliyorum. Bunun dışında tercihini siyasi gücü elinde tutan siyasi partiden yana kullanan ve bu partiye İslama hizmet gibi bir misyon biçen Nurcuların şunu akıllarından çıkarmamaları gerekir diye düşünüyorum. İktidar partisinin elinde bulundurduğu güç iman gücü değil. Her türlü günahı-sevabıyla devletin cebri gücü. Bir siyasi partiye mağdur olduğu an hak namına sahip çıkmakla gücünü muhafaza etmek için bu gücü hak hukuk dinlemeden kullandığı durumlarda sahip çıkmak bir değildir. Şüphesiz mes’uliyeti de bir değildir.

Son olarak politik dilde “genelleme” diye kullandığımız ve çokça hata yaptıran konformist tavır bir mümin için vebal taşır. Adalet-i mahzaya sığmaz. Bunlar şöyle deyip kestirip atmak, bunu yapanı alkışlamak, siyasetçiyi günahlarından tenzih etmek, bu yolla devleti aklamak Nurculuğu geçtim Müslümanlığa sığmaz.

Son cümle. Devletin günahını yükleneceksek, ebedi cehenneme hazır olmakta fayda var.

* Manşetteki foto Gezi Parkı kütüphanesindendir.

Yazıyı Paylaş


Bir Cevap Yazın

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>