“Ameller niyetlere göredir” düsturunun sırrınca bu yazıda “Hayırlısı” duasının kendi başına o kadar da masum olamayabileceği üzerine yaptığımız tefekkürü sizinle paylaşmaya çalışacağım. Her yapılan duanın/amelin olduğu gibi bu duanın da doğru nazar ve niyet ile şekillenmesi gerekmektedir. Peki bu dua için sahip olunması gereken nazar ve bu duaya kaynak olan niyet ne tür hususiyetlere sahip olmalıdır? Başka bir deyişle; duamız hırs göstergesi olmadan nasıl tevekkül sınırları içinde kalabilecektir.
Nazarımızın sahip olması gereken asgari üç hususiyet:
1) Adem aleminde kalmayıp vucud alemine geçmiş her hadise hayırdır,
2) Müsebbib-ül Esbab dışında, cüzi irade sahibi insan dahil hiç bir zahiri sebep tesir sahibi değildir,
3) Dua ibadet içindir,
Niyetimizin sahip olması gereken asgari iki hususiyet:
1) Rıza-yı İlahi’yi kazanmak için gerekli ilmi istemek,
2) Rıza-yı İlahi’yi kazanmayı istemek.
Peki nasıl oluyor da “Hayırlısı” duası tevekkülü işmam etmesine rağmen hırs göstergesi olabiliyor?
**
Şöyle ki;
Eğer kişi kainata her vakıanın hayır olduğu nazarıyla bakmaz ise; “hayırlısı” ile kastettiği “arzusu”, kendi zannındaki “bizzat hayır”a dönüşür. Yahut kendisinde tesir olabileceği zannıyla şer bir hadiseye sebep olabileceğini vehmederek, kendisini fiili duadan beri tutar ve tembellik eder.
Diğer bir yandan dua etmekteki amaç belirli bir şeyi elde etmek olduğunda; “hayırlısı” duası sadece kavli kalsa da (fiili bir icraat yapılmasa da) veya her şey zahiren Rab’ın rızası üzerine olsa da, bu dua bir hırs göstergesi haline dönüşebilmektedir. Halbuki niyetin kendisi “Rıza’yı kazanmak” olmalıdır.
**
Ezberlerimizle “hırs” ile “çaba” arasında var olduğunu zannettiğimiz ilişki, 9. Söz’de ibadetin tanımı ile ilgili kısımda zikredilen [1] “…kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyacâtını suâl ve duâ lisâniyle izhâr…” ifadesiyle rafa kalkmaktadır. ”Hırs” ile dua (çaba)”nın birbirinden bağımsız iki kavram olduğuna işaret etmektedir. Hatta bu izhar ve iştiyakın ibadet olduğunun vurgusuyla, bir şekilde hırstan uzaklaşmanın eczası verilmektedir.
İnsandaki hakikati arama meyli, insana bu meyli kullanma sorumluluğu da yükler; ancak hakikati bulma sorumluluğunu yüklemez. Yani insanın vazifesi “hayırlı”yı bulmak değildir veya “hayırlı”yı yapmak değildir. Zaten mutlak hayr kuşatılamaz. Ancak “hayırlı”yı aramak ve “hayırlı” bildiğini icra etmek vazifesi vardır. Mevcuda iktifa etme lüksü yoktur, her hareketin nasıl hayırlı olabileceğinin ilmini isteme vazifesi vardır *. Harekatınındaki (duasınındaki) sorumluluğu da ilmi kadardır. Bu da salt “hayırlısı..” duasıyla icra edilemez. Bu vazife “Hayırlısı nedir?” duası/arayışı ile yerine getirilebilir tevekkül de budur.
Nitekim insan kendi fiilinin hâlıkı değildir ve zaten olan her şey hayrdır.
“Mevla görelim ne etmiş, netmişse güzel etmiş”, İbrahim Hakkı Erzurumi
* İlim talep etmek / öğrenmek her Müslümana farzdır.”(İbn Mace, Mukaddime, 17).
[1] Said Nursi, Sözler, 9. söz
Bunu biraz daha açmalısınız
“Hayırlısı” demek yerine “Allah’ım vereceğin sonuçtaki hayrı görmeyi ve onunla amel edebilmeyi nasip et” demek gerekli sanırım. İnsanın “hayırlısı” noktasındaki sınavı bu olsa gerek