Risale-i Nur Talebelerinin, her seçim döneminin yanı sıra her siyasi olay akabinde biraz daha bölündüğünü gözlemliyoruz. Halbuki Said Nursi, talebelerine siyasetten uzak durmalarını tavsiye etmiş kendisi de “Yeni Said” döneminde siyasetten uzak durmuştur. “Yeni Said” döneminde rey verme ve seçilmişlere göndermiş olduğu mektup ile telgraflar dışında siyasi bir etkinliği olmayan Said Nursi’nin vefatı sonrasında Nur Talebeleri arasında siyasi cereyan baş göstermiştir. Herkes kitabın bir tarafından tutmuş ve farklı farklı siyasi görüşlere gönül vermiş “Siyasal Nurcular” ortaya çıkmıştır. “Siyasal Nurcular”ın sürekli atıf yaptığı bir mektup var. Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası adlı eserinde yer alan bu mektup, “bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat Parti, biri Millet, diğeri de İttihad-ı İslamdır.” diye başlıyor. (Mektup için bkz1.)
Bu mektup okununca burada zikredilen akımlara bugünkü partilerden bir hülle biçilip giydiriliyor. Akabinde ise ayrışmalar baş gösteriyor. Lakin bizim bu yazıdaki gayemiz, bu mektuptan mülhem olarak bazı partilere hülle biçip giydirmek değil. Sadece geçtiğimiz hafta Mısır’da idamına hükmedilen Mursi’nin bağlı olduğu Müslüman Kardeşler grubuna karşı “Siyasal Nurcular”ın fazlasıyla ithamda bulunması ve söz konusu grubu dışlamasıdır. Peki birileri dışlanarak bu zamanın en mühim farz vazifesi olan ittihad nasıl sağlanacaktır? Kim bu “siyasal İslamcılar”? Said Nursi döneminde yoklar mıydı? Bu sorular kafamı kurcalarken elime bir Zafer Dergisi geçti. Dergide, Said Nursi’nin talebelerinden Hüsnü Bayram’ın 1949 yılının Şubat ayında bir hatırası anlatılıyordu: “Afyon mahkemesi sonrası Emirdağ’da ikamete mecbur tutulan üstadımız, ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Bir gün bana dedi ki: ‘Hüsnü, evladım, bu rahatsızlığım başka bir şey. Sen bir git bak bakalım alem-i İslam’da yahut memlekette başka bir hadise mi var?’ Çalışkan ağabeyin dükkanına gittim. ‘Ağabey, üstadımız hasta. Kaç gündür rahatsız, bugün rahatsızlığı şiddetlendi. Gazetelerde bir mesele var mı diye sormamı istedi. Cerideler bir havadis naklediyor mu?’ diye sordum. Çalışkan ağabey, baktı: ‘Bir şey yok kardeşim’ dedi. Ertesi gün bir vesileyle tekrar Çalışkan ağabeyin dükkanına gittim. ‘Hüsnü kardeşim, dün bir havadis var mı diye sormuştun. Meğer dün Mısır’da Hasan El-Benna şehid edilmiş ve devrimciler, ihvan mensuplarını hapislere koymuşlar.”dedi. Bunun üzerine bu havadisi üstadımıza ilettim. Üstadımız da: ‘Tamam kardeşim, demekki Mısır’daki kardeşlerimizin ahvalinden müteessir olup hastalanmışım.’ dedi.” Bu hatıra akabinde Risale-i Nur’da Mısır’daki “ihvan-ı Müslimin” ile ilgili pasajları tekrar okuma ihtiyacı hissettim. Emirdağ Lahikası’nda Said Nursi, Seyyid Salih’in Halep ve havalisindeki çok ehemmiyetli İhvan-ı Müslimin cemiyeti için talep ettiği Nur mecmualarına istinaden kendisine ait on tane mecmuayı gönderdiğini ifade ediyordu.2
Yine aynı eserde Said Nursi, Halep’te bulunan İhvan-ı Müslimin azasının tebriğine mukabil İhvan-ı Müslimini tebrik ediyor. Anadolu’daki Nurcular ile Arabistan’daki İhvan-ı Müsliminin hakiki kardeş olduğunu, Hizbül Kurani ve İttihad-ı İslam cemiyet-i kudsiyesi dairesindeki çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle, Risale-i Nur ile ciddi alakadar olup risalelerin Arapçaya tercüme etme niyetlerinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyordu. Hatta talebelerine kendisi yerine İhvan-ı Müslimin üyelerine cevap yazmalarını ve o taraftaki Nur şakirtleri ile de himayetkarane alakadar olmalarını istemelerini söylüyordu.3
Tüm bu okumalar sonrasında dönüp bakıyorum. Birbirimizi anlamadan birbirimizden ne kadar da uzak düşmüşüz? Bir taraf “Siyasal Nurcular” üzerinden Said Nursi’nin görüşlerini yorumlayarak bir hataya düşüyor, diğer taraf da eksik okumaları üzerinden “sadece benim mesleğim hak” anlayışıyla tümüyle diğer görüşleri dışlıyordu. Sonra da herkes meydanlara inip “ittihad-ı İslam” diye bağırıyordu. Şapkayı önümüze koymanın vakti geldi de geçiyor. “Siyasal Nurculuk” ile de müfritane irtibat bir türlü sağlanamıyor. Birbirimizin ardında art niyet aramadan hüsn-ü zan ile mukabele etmek suretinde ittihad yolunda buluşmamız duasıyla.
———————————————————
1. www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=1169
2. www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=EmirdagLahikasi&Page=291
3. www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=EmirdagLahikasi&Page=279
Herkesin hemfikir olduğu, fakat kimsenin çözemediği çok mühüm bir meseleye temas etmişsiniz. Küçük bir ayrıntı dikkatimi çekti. Konunun özüyle ilgisi direk değil, biraz dolaylı, ama dikkatinize sunmak istedim.
Yanlış anlamadıysam "Üçüncü Said" dönemini "Yeni Said" döneminin içerisinde değerlendirmişsiniz. Zira Üçüncü Said dönemi ayrılırsa, Yeni Said döneminin neredeyse tamamında tek parti rejimi caridir, ve o tarihlerde zaten ya sürgünde veya hapiste bulunan Said Nursi'nin oy verdiğine dair bir malumatımız yok. Üçüncü Said döneminde ise Demokrat Parti'ye rey verdiği zaten biliniyor.
İlginçtir, Üçüncü Said dönemi sürekli Demokrat Parti ile ilişkilendirilerek tanımlanır. Fakat bu büyük ölçüde tarihî bir tevafuktur. Zira Said Nursi, Üçüncü Said dönemini zikrederken "Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış." diyerek dünyadan bütün bütün elini eteğini çektiğini, telif vazifesinin de büyük ölçüde tamamlandığını söylüyor. Yani Üçüncü Said'i karakterize eden vasıf, oy kullanması değil, kendi ifadesiyle "târik-i dünya" oluşudur. Bu yanlış tanımlama ve konumlandırmanın, özellikle seçim zamanları yaşanan "partilere hülle biçme" olarak tarif ettiğiniz tartışmaları körüklediği ve yanlış yönlendirdiği kanaatindeyim.
Akif bey aslında yazıyı sonlandırdığımda ben de sizinle aynı kanaatteydim.Konu başlık ile doğrudan ilgili değil gibi duruyordu.Ana konunun bir parçasıydı.Lakin zihin haritamda ikinci yazıyı hazır ettiğimden böyle bir eksiklik olduğunu fark ettim.İkinci yazı da inşallah sıramız geldiğinde yayınlanmış olacak.Orada tarihsel serüven içerisindeki kırılma noktalarımıza biraz daha değinmeye gayret göstereceğiz. Şahıs ve grup ismi belirtmeden yapılan yanlışlıkların bizleri nasıl savurduğunu görmemize vesile olması için yazacağız.
Sizin “Üçüncü Said” tabiriniz ile benim “Yeni Said” tabirim aynı kavrama karşılık geliyor.Paylaşımınız da gerçekte çok faydalı ve isabetli oldu. Arzum o ki; ikinci yazı akabinde uhuvvet konulu bir yazı kaleme alabilmek. İnşallah rabbim nasip eder diye dua ediyorum. Çünkü dünyevi mevki ve makam uğruna ehl-i dünya derhal saf değiştirip bir araya gelebiliyorken, ehl-i ukba olan bizler dünyevi kavgalar uğruna birbirimizin imanından şüphe etmeye devam ediyoruz. Rabbim yardımcımız olsun.İstikametimizi muhafaza etsin.