la5

Kavramlar 2 – Malumat ve marifet

Kadim malumat ve marifet kavramlarımızın ikisi de, günümüz kurbağa Türkçe’sinde “bilgi” kavramında karşılık bulur; ya da karşılık bulamaz diyelim. Bu iki kavramın arasındaki farklılığın tespit edilmesi, ilm-i imana dair gayret edenlere, yolun ve yolculuğun mahiyeti hakkında mühim ipuçları sunuyor kanaatindeyim. Hatta, Risale-i Nur’ları derinlemesine tetkik amacıyla yazılarımızı yayınladığımız bu sitede, bu yazının var oluş amacını, sonu gelmeden şimdi söyleyeyim: “Risaleler bir malumat kitabı değildir!”

Malumat (information), en basit ifadesiyle birinden ya da birşeyden öğrenilen, eşyanın niteliğine, niceliğine, ilişkilerine dair, gözlem yoluyla edinilen tümel düşünce ürünlerine işaret eder. (Biz bu gün, “bilgi” dediğimizde tam da bunu kastederiz aslında) Marifet (knowledge) ise, doğruluğu tasdik edilmiş malumat, ya da tahkik edilmiş inanç demektir. İleri tarifler için bakalım diyanet ansiklopedisinde marifet için ne demişler? Tanımdan seçtiğim bazı pasajlar:

  • “ma‘rifet (irfân) kelimesi ilimle eş anlamlı gibi kullanılmakla birlikte aralarında bazı farklar vardır….İlim tümel ve genel nitelikteki bilgileri, mârifet tikel, özel ve ayrıntılı bilgileri ifade eder. İlmin karşıtı cehil, mârifetin karşıtı inkârdır…”
  • “Mârifetin mukaddimesinin ilim, ilimsiz mârifetin muhal, mârifetsiz ilmin vebal olduğuna inanan sûfîler mârifetin ledünnî bir ilim sayıldığı görüşündedir.”
  • “herkesin mârifeti aynı seviyede olmadığından mârifetin çeşitli derecelerinden bahsedilmiştir.”
  • “Cüneyd-i Bağdâdî sadece Kur’an ve Sünnet çerçevesindeki mârifetin geçerli olduğunu vurgulamıştır(Ansiklopedideki detaylı inceleme için: http://www.tdvia.org/)

 

**

İnsanlık, modern bilimle beraber şöyle bir mantık yürüttü: “Din dediğimiz şey, hakkında malumat sahibi olmadığımız alanı doldurduğumuz şeyin adıdır. Dolayısıyla, malumatımız arttığı nisbette, dine olan ihtiyacımız da azalacaktır!” Yürütülen mantık, bir açıdan doğru aslında. “Malumat” şeklinde servis edilen dine karşı alınacak en akılcı tutum, bu olsa gerek diyorum.

Başladılar, malumat avcılığına… Net hatırlamıyorum ama, insanlığın 1950 yılından bu güne ürettiği ve sistematikleştirdiği malumat, nicel açıdan, 1950 öncesi insanlığın ürettiği malumatın 200 bin katı mı neydi. Fakat, beklenen sonuç hala gelmedi? Artık daha çok malumata sahibiz; mamafih, “boşluğu dolduran din” dediğimiz şeyin doldurduğu boşluk küçüleceğine, bilakis daha da artarak derinleşti, genişledi.

**

Önce bazı kelime gruplarını kategorize etmek istiyorum.

  • Alim – İlim – Muallim – Malumat – Talim
  • Arif – İrfan – Muarrif – Marifet – Tarif

Eşyaya dair malumata sahip olana Alim, malumatı aktarma işine Talim, talim edene ise Muallim denir. Eşyaya dair malumat sahibi olma sıfatına ise ilim denir.

Marifet sahibi olana Arif, marifeti aktarma işine Tarif, tarif edene ise Muarrif denir. Eşyaya dair marifet sahibi olma sıfatına ise irfan denir.

Bizler, Allah katından değil, insan katından meselelere bakmamız hasebiyle, böyle bir ayrıma ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Burada malumat, tümel/evrensel olanı temsil ediyor: “elma ağacı” gibi. Bu, herkesin gözlemleyebileceği ve kişiye göre değişmeyen bir data üzerine bina edilir. Marifet ise, tikel olanı, “senin doğrun”u temsil ediyor: “tabiatın ağacı”, “Allah’ın ağacı”, “Allah’ın kitabı olan ağaç”, “Esmanın aynası olan ağaç”, “Yaratıcının tekellümü olan ağaç” gibi.

 “Kur’ân gibi bir üstad-ı ezeliyem varken (ben bunu muarrifim varken diye okuyorum), dalâletâlûd felsefenin ve evhamâlûd aklın şâkirdleri olan o kartallara hakikat ve mârifet yolunda sinek kanadı kadar da kıymet vermeye mecbur değilim. Ben onlardan ne kadar aşağı isem, onların üstadı dahi, benim üstadımdan bin defa daha aşağıdır. Üstadımın himmetiyle, onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı.”(SÖZLER)

Buradaki “hakikat ve marifet” yolu vurgusuna dikkat edelim. Said Nursi’nin eleştirisi, onların (felsefenin) eşyaya dair malumata dair sahip olduklarına değil… Eğer konu tahkik edilmiş bir malumat ise, yani marifet ise, muarrif Kur’an’ın marifet eğitim metoduna dahil olmak, onların marifet adına dedikleri ile kıyas dahi götürmez. Ve yine çok önemli bir vurgu ki, Nursi’yi madde bataklığında boğdurmayan Kur’an’dan edindiği malumat değil, marifettir diye okuyorum ben burayı. Yukarıda Bağdadi’den alıntıladığım “Kuran ve Sünnet çerçevesindeki marifet” tanımından da ben bunu anlıyorum.

**

Şimdi, burada birçok soru sorulabilir: “Said Nursi, neden “üç külli muallim” demiyor da “muarrif” diyor? Ben bu yaptığım tanımlar üzerinden, marifeti, justified belief, veya tasdik edilmiş tikel bilinen olarak ele alıyorum. Bu marifet, akli yol ile de elde edilebilir, hissi yol ile de, kalp ile de. Ama, önce Üstadın dünyasında bir yolculuk yapalım.

Üstadın kavramsal dünyasında, Kuran’dan aldığı derse göre insanın vazifesi tekemmül ve terakki etmektir. Bu kainat insan içindir, fakat insan da salt malumat için değil, marifet için yaratılmıştır. İnsan ilim ile manen tekemmül eder, marifet ile terakki eder.

Birinci mesele, bu hayatta her şey ilme bağlıdır. Başka deyişle, malumatı içermeyen bir marifet tanımı yapılamaz. Çünkü “insan datasız düşünemez”. Kainatın şahitliği altında iman eğitimi derken de sürekli buna vurgu yapıyoruz aslında Risale-i Nur okurken. Misal, 1.Söz’de, inek-deve-koyunun süt çeşmesi malumatı üzerine marifet inşa edilir. Yukarıdaki ansiklopedik bilgideki “ilimsiz marifetin muhal” oluşu da buraya bakar.

İkinci mesele, kavramların hiyerarşik pozisyonu hakkında. Hakiki ilmin esası ve madeni ve ruhu marifetullahtır. Risalelerde, kainattaki hilkatın en yüce neticesi iman-ı billah iken, insaniyetin en büyük makamını marifetullah içindeki iman-ı billah olarak tanımlıyor. Marifetullah, gayetül gayattır; ulaşılmak istenen hedeftir. Marifetullahın en temel kaidesi ise iman-ı billahtır. Başka deyişle, bu gayelerin gayesi marifetullaha, ancak iman-ı billah ile ulaşılır. Yani, manevi terakkiyat, ancak manevi kemalat üzerine bina edilebilir. Üstadın kavramsal dünyasında, aklın insana verilmiş olması, manen marifetullahın emredildiğinin emaresidir olarak okunuyor. Yani, “gayetül gayat marifetullahtır” ifadesiyle kastettiğimiz, zihnin gayetül gayatı marifetullahtır manasındadır.

Üçüncü mesele, ikinci meseleye gelebilecek muhtemel eleştirinin cevabı hakkında. Sual: “İyi de kardeşim, Üstad başka yerde de diyor ki: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalat-ı insaniyenin en büyüğü imandır…”. Bu tanıma göre, iman-ı billah marifetin üstündedir, sen ise onu marifetullaha ulaşmaya basamak mesabesine oturttun?” Cevap:Buradaki üstadın ifadesindeki marifet, tasavvufi bir ıstılaha bakar. Tasavvufi ıstılahtaki marifet kavramı, Risale-i Nur’un değerlendirmesine göre, salt zevk ve keşfe dayanan marifettir. Sual kısmında alıntılanan cümlenin hemen devamında şöyle denir: “imandır ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir.” Yani, aslolan, yine marifettir, fakat, salt zevk ve keşf ile takip edilen yoldaki marifet değil. Bu konuya az sonra bir daha değineceğim.

Dördüncü mesele, bu marifeti kazanma adına, Risale-i Nur’ların gördüğü fonksiyon üzeredir. Risalelerde şu dil çok hakim “zerrat adedince marifetullaha pencere açan risale..bir marifet yolunu daha bulan risale…marifetullaha geniş ve her yerde yol açan risale…her şeyde pencere-i marifet açan risale…Kur’andaki marifet-i kudsiyenin geniş caddesinin tefsiri olan risale…” Yani, belki de “usul” vurgumuzu tam da bu noktaya oturtmak gerekiyor. Risale-i Nur, eşyaya dair malumatın, marifet-i ilahiyeye nasıl dönüştürüleceğine yol gösterir, o yolu bize tarif eder.

Beşinci ve uzun mesele, bu marifetin yolunu tefsir etme yolunda, daha önceki marifet yolu göstericelerinden ne hususta ayrıştığı hakkındadır. Üstad, meşaiyyun hükemasını ve ilm-i kelam ulemasını,  marifetullaha veya marifet-i imaniyeye yalnız akıl ile yol açanlar olarak ele alır. Ehl-i hakikat ve ehl-i tasavvuf ise, marifet-i imaniyeye keşf ve zevk ve tasavvur ile yol açanlar olarak ele alır. (İlm-i kelam ve meşaiyyun hükemasını dahi, marifet kavramı etrafında değerlendirmesi bile, bize çok önemli ipuçları verir. Zira günümüzde marifet, neredeyse tamamen tasavvufa ait bir ıstılah olarak okunur) Fakat, der ki Üstad, Kuran ve Kuran’daki marifet-i kudsiye ve veraset-i nübüvvetteki cadde, bütün marifetlerin en yükseğidir. İşte Risale-i Nur, bu külli marifet caddesini tefsir etmektedir. Bunu der ama, ara ara, bazı yerlere uyarıcı ifadeler koymaktan da çekinmez. Zira, Risale-i Nur’un bu en yüksek marifete olan hizmeti, “marifet” kavramı ile tanımlandığında yanlış genellemelere sebep olabilirdi. Mesela en meşhuru şu pasajda: “Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz’andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır.”  Ben bunu, marifet kavramının tasavvufi bir ıstılah olarak kabul görülmesine bağlıyorum. En nihayetinde, en geniş kabul gören tanıma göre tasavvufun gaye-i maksadı marifettir. Başka yerde de, şu vurgu yine aynı hassasiyeti gösteriyor: “Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü, ondaki îman-ı tahkîkî ilimleri, başka ilimlere ve marifetlere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin de kuvvet ve nurlarıdır.” Şöyle bir kıyas var Üstadda: “bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi, bir batman marifet ve kemalattan daha kıymetlidir….herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz” Burada yine, tasavvufun tasavvurdan ibaret marifetine dair bir gönderme sezinliyorum. Başka bir yerde de, Hakiki tevhid, Risale-i Nur’da tanımı yalnız tasavvurdan ibaret bir marifet (ki bu da tasavvuftaki ıstılaha bir gönderme olarak okunabilir) değildir. Ya? Hakiki tevhid, “bürhanın neticesi olan ve ilim denilen tasdiktir” diye tanımlanıyor. Fakat, zinciri tekrar kurarsak, iki-üç paragraf yukarı da alıntılamıştım ki, bu tasdikin neticesi ise marifet-i kudsiyedir. Bu metinlerden anlaşılacağı üzere, sıkıntı, marifet kavramının ağızlara sakız olmasında, dar anlamlara hapsedilmesinde. Bu tür sapmış genellemelere mahal vermemek üzere konulmuş uyarıcılar okuyorum ben bu iki pasajı. Aksi takdirde, marifeti merkeze alan diğer örneklendirdiğim yerlerin izahı içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Risale-i Nur’un ortaya koyduğu tecdidin ayrışması için, bence bu nevi ifadelere ihtiyaç vardı; ve hala var. Fakat, gel gelelim başka bir yerde de “Risale-i Nur, İmân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem Mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir.”demekten hiç çekinmiyor. Hatta, altıncı meselede ele alacağım konularda, marifet kavramının merkeziliğini ortaya koymak için çok büyük ehemmiyet arz ediyor.

Altıncı mesele, üstadın marifet kavramına yüklediği diğer anlamlar hakkında. Başat bir örnek olarak, iman ve hakikat ilmi, Cenab-ı Hakk’ın marifeti olmaksızın kazanılamaz Nursi’ye göre. Cenab-ı Hakkın sıfat ve esmasına dair marifeti insana sağlayan şey ise enedir; Kişi binler fünunu da bilse, yani milyonlarca malumatı da bilse, eneyi Kur’anın sunduğu marifete göre kullanmaz ise cehalet içindedir. Duyguları, fikriyatı, ona kainattaki nurlu marifetleri sunsa bile, onu tasdik edecek ve idame edecek bir madde bulmadığı için söner.

**

“Risale-i Nur’lar malumat kitabı değildir!” demiştim en başta. Yani, diyorum ki Risalelerin salt yeni malumat öğrenme niyetiyle okunması, muhatabına marifet katmaz. Risale-i Nur’un merkeze aldığı başat konulardan bir tanesi, belki de en mühimi, hangi malumat olursan olsun, o malumat üzerinden marifete bir pencere açmaktır. Yani her bir risale, tümel malumat üzerinden, tikel marifetlere taşıma amacını içinde barındırır.

  • “Evet, Onun marifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belâlara tebeddül eder…Akıl ikab olur… (mesnevi-i nuriye)”
  • “Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, herşeyde bir pencere-imarifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş…(mesnevi-i nuriye)”

Diyorum ki, ben, Risale-i Nur’u anlama yolculuğunda merkeze bu “marifet” kavramını da dahil edelim. Kainatın kendisi muarriftir. Kuran-ı Kerim, muarriftir. Peygamber (a.s.m) muarriftir; muallim değil. Ve ben, bu tefekkürümde anladım ki, Said Nursi’de bir muarriftir, marifet eğitimcisidir.

Kainat ile olan ilişkimizde, Kuran-ı Kerim ile olan ilişkimizde, Peygamber (a.s.m.) ile olan ilişkimizde yeni bir bilgi öğrenme değil, bilinenden bilinmeyene, şehadet aleminden gayb alemine yolculuğun usulü üzere ilişki kurmayı öğretme niyetindedir Risaleler. Said Nursi’de bize yeni malumat sunmaz derken kastettiğimiz de budur.

Ve hakikaten Risale-i Nur’daki bu muarrif misyon anlaşılmaması, bence bu eserlerin derinlemesine anlaşılması yolculuğunda perde vazifesi görebiliyor. Risale-i Nur bir usul kitabıdır; fakat malumatın nasıl elde edileceğine dair değil, marifetin nasıl elde edileceğine dair bir usul kitabıdır. Ama bu usul neyin nesidir? Risaleler bunu nasıl yapıyor? İstanbul Düşünce Okulu olarak ortaya koyduğumuz dua tam da buraya bakıyor işte… Risale-i Nur’daki cari olan usulü anlama gayretine devam vesselam…

 

Yazıyı Paylaş


Tags :

Bir Cevap Yazın

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>