Terbiye, “bir şeyin safhalar hâlinde kemâle erdirilmesi”, Rab ise bir şey için bunu gerçekleştiren zat olmuş oluyor. Rab ismine müteveccih, “rububiyet” kavramı da bu zatın karşılık beklemeden bütün ihtiyaçları karşılama özelliğidir.
Rab anlayışı aynı zamanda bir kısım Hristiyan inancında olduğu gibi “yaratılmışların, yaratıldıktan sonra başıboş bırakılması” argümanının karşısına konulan bir argüman olarak, bizim her anımızın yaratıcı tarafından tasarruf altında olmasını ifade eder.
Otuz İkinci Sözde bahsi geçen müddei’nin yolculuğu bu bağlamda manidardır: Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum envâ-ı ehl-i şirkin ve küfrün namına bir şahıs farz ediyoruz ki, o şahs-ı farazî, mevcudat-ı âlemden birşeye rab olmak istiyor. Bu şekilde şahs-ı farazî zerreden başlayarak yıldızlara kadar “Rablık” davasını sürdürüyor. Rablık dava ettiği her nesnenin ona verdiği cevaplarda dikkatimizi çeken iki yön var:
Birincisi “Git benden yukarıdakini zaptedebilirsen, sonra gel benim zaptıma çalış.”
İkincisi ise “Ben yalnız değilim. Benim emsallerim var.”
Bu iki cevap yaratılmışların farklı sınıflarda olsa dahi tasarruf cihetiyle müsavi olduğunu gösteriyor.Çünkü Rablık iddiasında olan biri, hem nesnenin emsallerine de hakim olması gerektiği gibi hem de nesne ile müsavi olmayacak farklı türden birşey olması gerekir. Yani, Rab kainatta gördüğümüz yaratılmışların dışında birşey yada kainatta gördüğümüz bu nesnelerin nevinden herhangi biri rab olamaz.
Eşyanın birbirine yaratılış cihetinde müsavi olmasının yanında Ehadiyet hakikatini de akıldan çıkarmamak gerekiyor. Yaratılan herşey başkasına rablık taslayamayacak kadar müsavi olduğu kadar bize yaratıcıyı tanıttırması yönüyle de farklı ve sanatlı.
Müdde’inin serüveninde ilginç bir nokta daha var ve bu bize şirk psikolojisi ile ilgili bir ipucu veriyor. Zerreden “Sen bana Rab olamazsın” cevabını alan Müddei, “Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol” diyor. Bu ifade belki de Rab olma arzusunun temelinde ne yattığını bize söylüyor, Müddei’nin amacı Rab olmaktan ziyade Rububiyet dairesi içinde bir gedik açılması. Çünkü böyle bir kaçamak Allah’ın “Alemlerin Rabbi” olma sıfatını yerle bir edecek ve Fatiha Süresi’nin başında işaret edilen “Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” önermesini delecek ve ortada “Alemlerin Rabbi” kalmayacağı gibi hamd mükellefiyeti de ortadan kalkacak.
Tevhid hakikatinde açılacak ufacık bir gedik bütün bir tevhid hakikatini yerle bir ediyor. 32. Sözde geçen ifade ile “bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, bir tek zerreye rububiyetini dinletemez.”
Şemme risalesinin genelinde karşılaştığımız Allah’ın isim ve sıfatlarının “Muhit” -kapsayıcı olması- bu ilem’de de karşımıza çıkıyor ve zerrelerden yıldızlara kadar Tevhid boşluk kabul etmez hakikatini hatırlatıyor.
*Not: Bu yazı TV111′de yayınlanan, Düşünce Okulu Programı’nın 49. bölümünde ele alınan Şemme Risalesi’nin 13.ilem’inin müzakeresi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Kaynak: http://www.tv111.com.tr/programlar/dusunce-okulu/dusunce-okulu-49-bolum-tevhid-bosluk-kabul-etmez-1044.html