Dijital:[1]
~ Fr/İng digital tamsayılara ilişkin, sayısal < İng digit 1 ile 10 arası sayıların her biri, rakam
~ Lat dex, digitus parmak, özellikle işaret parmağı << HAvr *dik-< HAvr *deik- işaret etmek, belirtmek, göstermek
Analog:[2]
~ Fr analogue 1. benzer, kıyaslanabilir, 2. (doğal hareketi taklit etme anlamında) dijital olmayan
~ EYun análogon ανάλογον [n.] orantılı şey, benzeri < EYun ana+légō, log- λέγω1, λογ- saymak, hesaplamak
Daha çok teknolojiyle ilgili konularda karşımıza çıkan analog ve dijital kavramları, aslında günlük yaşantımızdan çok da uzak değillerdir. Analog kavramını genel hatlarıyla “doğal olana benzeyen, doğadaki hal” olarak; dijital kavramını ise “anlamlı ayrık, parçalı, hal” olarak tanımlayabiliriz.
En özet ifadesidiyle dijital kavramı temelde, bilgiyi daha az yer kaplayacak şekilde saklayabilmek ve daha hızlı işlem yapabilmek için geliştirilmiştir. Örneğin; “Sabah evden çıkmadan önce yatağını toplaman gereklidir.” cümlesini analog bir bilgi olarak alırsak; bu cümleyi “Sabah yatak topla” şeklinde dijitalize edebiliriz. Analog olarak varsaydığımız veriden “Sabah”, “yatak” ve “topla” şeklinde örnekler alarak, veriyi dijitalleştirmiş olduk. Bu şekilde bilgi (hakikat) muhatabımıza daha çabuk ulaşmış ve akılda kalıcılığı artmış oldu.
Diğer taraftan, yapılan her dijitalleştirme işlemi, bazı anlamların/bilgilerin kaybolmasına sebep olmaktadır. Dijital bilgiyi anlamlandırabilmek için analog hale getiren muhatap/alıcı, kaybolan bilgileri elindeki bilgileri kullanarak saptamaya çalışmaktadır. Dijitalleştirme işleminde kaybolan bilgilerin hepsi önemli olmasa da, muhatabın doğru bilgiyi tamamen elde etmesini zorlaştırmaktadır.
Örneğin; analog bir veri olan “kurşun kalem” kelime gurubunun “krşn klm” olarak dijitalleştirildiğini düşünelim. Bu dijital veriyi, alıcı doğru metne/veriye (kurşun kalem) dönüştürülebileceği gibi yanlış olan “karışan kelam” olarak da dönüştürebilir. Bu tür yanlışlık/eksiklik problemini çözebilmek için, hakikati sunan kaynak, alıcıya daha çok veriyi ulaştırmayı hedefleyebilir; mesela “kurşun kalem” manasını resimle ifade etmek gibi (çünkü kurşun kelimesi mermi manasına da gelebilmektedir). Ancak bu yöntem alıcının yapacağı işlemleri (öğrenme, hafızaya alma gibi) güçleştirebilmektedir. Bazı durumlarda bu detaylı betimlemeler manadan uzaklaşmaya bile sebep olabilmektedir. Vasat/uygun dijitalleştirmeyi yapmak alıcının sorumluluğundadır.
Son olarak, insanın daha hızlı ve verimli iletişim sağlamak için kullandığı dijitalleştirme işlemi bir kaçınılmazın sonucudur. Limitli bir anlayışa sahip olan insanoğlu, bilgiyi/hakikati ancak bu şekilde işleyip pratikleştirebilmektedir.
***
Rahim olan yaratıcı da, insanın bu fıtratına uygun bir şekilde kainatı yaratmıştır. Mutlak olan (mutlak analog, mutlak gerçeklik, Hak, Samed) yaratıcı kendini- beşerin anlayabileceği şekilde- tarif için kâinat kitabını dijital bir şekilde yaratmıştır.
Analog kavramı “doğal” olana benzeyen şeklinde tanımlamıştık. Tanımdaki “benzeme” ifadesinden de anlaşıldığı gibi bir verinin analog veya dijital olması göreceli/bağıl bir bilgidir. (Not: Kainatın mutlak sürekliliği kuantum teorisiyle de yanlışlanmış durumdadır.) Yani analog olan bir bilgi aynı zamanda dijital de olabilmektedir. Ancak sabit bir kaynak olarak mutlak analog bir hakikatin/bilginin/verinin varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. Kayyum, Samed, Hak, Ezeli gibi sıfatlar yaratıcının bu mutlak analog oluşuna işaret etmektedir.
Bizim imtihanımız da dijital olan bu şehadet aleminde şahit olduğumuz parçaları birleştirip bütünü anlamak ve anlamlandırmak olmakta. “kurşun kalem” ile “karışan kelam” arasında yaptığımız karar tam da bu imtihanı ifade etmekte. Ancak mutlak olan bir bilginin tamamını kapsamamız mümkün olamayacağından; sadece şu görünen kainatın ifade ettiği bir üst analog bilgiye/sırra erişebiliriz. Bu anlamlandırma serüvenini de, iman eğitimi olarak adlandırabiliriz.
Said Nursi kâinatın bir sırra, bir tılsıma işaret ettiğini ve o hakikatin (sırrın) keşfi için gösterdiği çabayı 28. Mektup 7.Mesele’de şu şekilde zikretmektedir:
“Bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-ı âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur’an-ı Azîmüşşan’ın i’cazıyla keşfedilen o tılsım-ı müşkil-küşa ve o muamma-yıhayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz’ün tahavvülât-ı zerratın altı aded hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve akibetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir.”
Aslında Risale-i Nur’un bütünüyle bu çabanın bir ürünü olduğunu görmekteyiz. Said Nursi bu çabayı “Küçük Sözler”de ve benzeri bölümlerde, dijitalleştirme yöntemini kullanarak gerçekleştirmekte. Yani tüm uzay-zamandan sadece bir anı alıp, o anı tefekkür ederek tüm uzay-zamanı anlama/algılama gayreti.
Bu hususta 1. Söz’ü örnek olarak inceleyebiliriz. 1. Söz’de tercih edilen örnekte, dünya “çöl” metaforuyla ifade edilmekte. Çöl metaforu acziyet, fakriyet, belirsizlik gibi birçok manaya işaret ettiği gibi aynı zamanda boşluk ve yokluk gibi durağanlık ifade eden manalara da işaret etmekte. Yani çöl olan dünyada iki çadır arasında aslında bir şey yaşanmamakta, ya da yaşansa da gaflet halinde geçirilmekte. Burada bahsettiğim iki çadır arası idealde iki “an” arası kadar olmalı. Çadırlar dijital dünyadaki örnekleme noktalarını ifade etmekte. Gaflet/ülfet perdesini yırtarak örnekleme noktaları ne kadar çoğaltılırsa, o kadar analog mana doğru bir şekilde kavranabilir. İdeal olan her an bir çadıra girildiğini fark ederek, o çadırda sultanın ismini almak olmalı.
Yazıyı burada nihayete erdirirken; besmelenin her “hayr”ın başı olması, her anın bir “mahluk” olması ve her “halk”ın (yaratılışın) bir “hayr” olması tefekkürünü bir başka zamana havale ediyorum.
——————-
1. http://www.nisanyansozluk.com/?k=analog&lnk=1
2. http://www.nisanyansozluk.com/?k=dijital&lnk=1