la3

18 ve 35. Mektuplar ışığında Nur talebelerinin neşriyat yükümlülüğü*

Giriş

Öncelikle “18 ve 35. Mektup” derken neyi kastettiğimi ifade etmem gerekiyor. Mektuplar 18 [2] ve 35 [3] sıra numarasıyla bu sempozyumun konusu olan Kastamonu Lahikası’nda yer alıyorlar. Bu noktada şöyle haklı bir soruyla karşılaşıyoruz: Hangi yayınevinin, hangi edisyonuna göre bu sıra numaraları?

Mektupları numaralandırarak yayınlayan iki yayınevi var: Söz Basım Yayın ve Yeni Asya Neşriyat. Biz bu çalışmamızda Söz Basım Yayın’ın, Şubat 2014 tarihli baskısını referans aldık. Çünkü Yeni Asya Neşriyat 35. Mektubu Barla Lahikası’na dercetmiş.[4]

Çalışmalarım esnasında iki hususla karşılaştım. Bunlardan birincisi; mektupların sıralaması yayınevlerine göre farklılık arz ediyor. Şahsen bunu bir problem olarak görmüyorum. Zira biraz sonra aşağıda değineceğimiz “tanzim” vazifesi bunu mümkün kılıyor.

İkinci ve asıl önemli olan husus ise şu: 18. Mektup her yayınevinin tüm edisyonlarında yer almakla birlikte, 35. Mektup bazılarında var, bazılarında yok. Yaptığım araştırmaya göre 35. Mektup Latinize Kastamonu Lahikası’nın Sinan Matbaası, 1960 tarihli baskısında yok. O nüshayı esas alan Sözler Yayınevi’nin nüshalarında da yok. Dolayısıyla uzunca bir süre bu mektup okuyuculara ulaşmamış. Zira biliyorsunuz 90’lı yıllara kadar çoğunlukla bu nüshalar okunuyordu. Edindiğimiz bilgilere göre ilk olarak İhlas-Nur Neşriyat bu mektubu Latinize nüshada yayınladı. Daha sonra Nesil Yayınları 2 ciltte topladıkları Külliyata [5] dercetti. Bugün itibariyle (bugün derken, bandrol sorununun başlamasından önce basılan son nüshalardan bahsediyorum) Sözler Yayınevi’nin nüshalarında bu mektup yer almazken; Söz Basım, Zehra Yayıncılık ve Envar Neşriyat mektubu yayınlıyor. Yeni Asya Neşriyat ise ilk baskılarında kullanmadığı bu mektubu (Örn. 1994) daha sonra Barla Lahikası’nda 284 sıra numarasıyla (s. 588-591) neşretti. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayına hazırladığı son nüshada da bu mektubun yer aldığını biliyoruz. [6]

Denilebilir ki, yukarıda sıralama için öne sürülen “tanzim” gerekçesiyle bunu da normal karşılamak mümkün. Ancak biraz sonra değineceğim mektubun muhtevası, bu durumu bir problematik haline getiriyor. Özellikle yine aşağıda değineceğim “Beşinci Desise-i Şeytaniye”de 35. Mektubun muhtevasına yakın ama başka bağlamda ifade edilen yaklaşımla birlikte konuyu ele aldığımızda, bu problematik daha da önem kazanıyor.

Şimdi sözkonusu mektuplara daha yakından bakalım.

1. Temel Kavramlar ve Referans Metinler

Her iki mektupta da Bediüzzaman, “kardeş”lerine, bir başka deyişle “Risale-i Nur Talebeleri”ne Külliyat’ın neşri hakkında bir takım görevler veriyor. Daha doğru bir ifadeyle “Üstad” [7] olarak onlara imkân ve alan açıyor. Risale-i Nur Külliyatı üzerinde ve ondan hareketle, onu mehaz alarak yapmaları gereken çalışmaları sıralıyor. Ve bu görevler üzerinden “Risale-i Nur Talebesi”nin tanımını yapıyor.

 

1. 1. Temel Kavramlar

Risale-i Nur Talebesi: Risale-i Nur Külliyatı’nda talebeliğin daha kapsamlı tanımları yapılmakla birlikte, bizim çalıştığımız bağlamda tanım, 18. Mektubun hemen başında şöyle ifade ediliyor: “Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, ‘Risale-i Nur talebesi’ unvanını alır.”

Haşiye: Sayfa kenarlarına ilâve edilen açıklayıcı ve tamamlayıcı bilgileri içeren not.

Şerh: Bir eserin daha geniş biçimde açıklanması amacıyla yazılmış kitapları ifade eden bir telif türü.

İzah: Vazıh ve ayan kılma, açıklama.

Neşir: Yayma, yayınlama.

Tafsil: Ayrıntılı açıklama, uzatma.

Talim: Öğretme. Birine bilgi öğretmek, ders okutmak.

Telif: Yanyana getirme, kaleme alma, yazma.

Tekmil: Tamam etme, tamamlama.

Tanzim: Nizama koyma, düzenleme, sıra ile verme.

Tertip: Dizme, düzenleme, hazırlama.

Tefsir: Yorumlama.

Tashih: Düzelti, düzeltme.

Tayyetme: Geçip gitme, silme, yok etme.

İhlas: Kulun bütün davranışları ve sözlerinde sadece Allah’ın rızasını gözetmesi. Bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırma, saflaştırma.

Tesanüd: Toplumda bireylerin ve grupların birbiriyle dayanışma halinde yaşamasını ifade eden ahlâk terimi.

Şahs-ı manevi: Ortak kimlik etrafında oluşan tüzel kişilik.

 

1. 2. Referans Metinler

1. 2. 1. Onsekizinci Mektup ne söylüyor?

Risale-i Nur’un neşrine odaklanan ve iki madde halinde yazılan 18. Mektubu, üç başlık altında özetleyebiliriz:

Birincisi: Risale-i Nur Talebesi kime denir ve vazifesi nedir?

Mektubun ilk iki[8] ve son cümlesini[9] birlikte okuduğumuzda şunu anlıyoruz: Risale-i Nur Talebesi metne yani manaya intisap eder, kişi ya da kişilere değil. Bediüzzaman, metnin müellifi olmasına rağmen kendisine intisap beklemez. Kendisiyle olan irtibatın ise yine metinler üzerinden kurulmasını ister. Yani “hakaik-i imaniye”yi ders veren “hadim-i Kur’an olan Üstad” olarak, mana düzleminde bir ilişkiye teşvik eder talebelerini.

Talebelik unvanını almak için, intisap edilen metni yazmak, yazdırmak ve yaymak en önemli vazifedir.

İkincisi: Risale-i Nur’un neşrine çalışmanın faydaları nelerdir?

Risale-i Nur yazımıyla (kitabet) dört açıdan ibadet hükmüne geçen dört sonuç elde edilir: İmanını kuvvetlendirmek, başkasının imanının tehlikeden kurtulmasına çalışmak, imani tefekkürü elde etmek ve Üstadına yardım ederek sevabına ortak olmak.

Burada altı çizilmesi gereken bir husus da şudur: “Bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam” vurgusuyla Bediüzzaman, (1) minneti reddetmekte, (2) neşriyat faaliyetlerinde bulunanların “evvela kendi nefsine hitap etme” ilkesini ihlal etmemeleri gerektiğine dikkat çekmektedir.

Üçüncüsü: Neşriyat faaliyetinde karşılaşılan tehditler nelerdir?

“Risale-i Nur’un (…) çelik gibi metin kalelerine ve elmas kılıç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden (…) yazanların şevklerini kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek…” Burada da neşriyat odaklı bir değerlendirme yapılmakta olduğunu görüyoruz. Risale-i Nur neşriyatına bütün manilere rağmen devam edilmesi gerektiğini ifade ediyor.

 

1. 2. 2. Otuzbeşinci Mektup ne söylüyor?

Onsekizinci Mektup doğrudan Risale-i Nur’un yazımı ve yayımı ile ilgiliyken bu mektup, hem yazımı hem de onun üzerinden (mehaz) yeni metinler üretmenin usulünü, biçimini ve imkânını beyan ediyor.

Yeni metinler telif etmek için teşebbüste bulunduğunu fakat sonuç alamadığını,[10] dolayısıyla vazifesinin tamamlandığına inandığını söyleyen Bediüzzaman,[11] Külliyat üzerindeki tasarrufun bundan böyle “kardeş”lerinde yani Risale-i Nur Talebelerinde olduğunu ifade ediyor.

Bediüzzaman Kastamonu’da Mart 1936-Ekim 1943 tarihleri arasında mecburi ikamete tabi tutuluyor.

Külliyat’ın telif kronolojisine[12] baktığımızda Sözler, Lem’alar ve Mektubat’a dahil edilen risalelerin telifinin Kastamonu yıllarından önce tamamlandığını görüyoruz. “Teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım” ve “vazifem bitmiş” ifadelerinden ise anlıyoruz ki, telif tarihi o yıllara tekabül eden ve Şualar’a dahil edilen risaleler de telif edilmiş ve bu mektup Kastamonu yıllarının sona ermesine yakın bir tarihte yazılmış. Zira 1943’ten sonra telif edilen 11 ila 14. Şualar mahkeme müdafaalarından oluşmaktadır. Bu anlamda tek istisna El-Hüccetü’z-Zehra olan 15. Şua’dır.

Tekrar 35. Mektubun muhtevasına dönelim ve Nur Talebelerinin ne tür vazifelerle yükümlü olduklarını inceleyelim.

Vasiyet edilen çalışmaları üç başlık altında toplayabiliriz.

Birincisi: Mevcut metinler üzerinde tasarrufta bulunmak.

Farklı risalelerdeki parçaların tematik olarak biraraya getirilmesiyle yeni bir risale oluşturulması (Örn. Haşir). Bu, Risale-i Nur’un kendini izahı ve şerhi olarak değerlendirilmektedir.

İkincisi: Yeni risaleler telif etmek.

Bunun da iki yöntemi var. Birincisi, adı ve konusu belli olan fakat telif edilmeyen risalelerin telifi; ikincisi, tamamlanmayan risalelerin tekmili.

Bediüzzaman birinciye örnek olarak Yirmibeşinci ve Otuzikinci Mektupları, ikinciye örnek olarak Dokuzuncu Şua’yı gösteriyor.

Yasin Suresine dair Yirmibeşinci Mektup Bediüzzaman’ın vasiyeti gereği telif edilmeyi bekliyor. Otuzikinci Mektupta ise ilginç bir durum var. Bediüzzaman onun da telif edilmesini gerektiğini söylüyor fakat külliyatta Lemaat, Otuzikinci Mektup olarak Sözler’in sonunda yer alıyor. Ki Lemeat’ın daha 1921’de telif edildiğini biliyoruz. O zaman Bediüzzaman burada başka bir şey söylüyor olabilir mi? Mesela, Lemaat’taki her bir nüktenin şerh edilerek genişletilmesi (tafsil) gibi.

Yine Rum Suresinin 17-27. ayetlerini tefsir etmeyi amaçlayan; dokuz makam ve bir mukaddimeden oluşacağı ifade edilen Dokuzuncu Şua, Mukaddime’nin telifiyle sınırlı kalıyor. Bediüzzaman, telif edilmeyen dokuz makamın telifini Nur Talebelerine vasiyet ediyor.

Üçüncüsü: Risale-i Nur’u kaynak (mehaz) alarak entelektüel üretimde bulunmak. Her metin yoruma açık olduğu ve yeniden üretildiği oranda canlılığını devam ettirebilmektedir. Dolayısıyla Risale-i Nur’daki hakikatlerin değişen ferde, topluma, siyasete ve zamanın fehmine ulaştırılması; metne ve müellifine yönelik eleştirilerin ikna edici bir biçimde karşılanabilmesi için “tekmil-i izah,” “haşiyelerle beyan ve ispat,” “tefsir” ve “şerh” bir görev olarak önümüzde duruyor.

 

1. 2. 3. Beşinci Desise-i Şeytaniye ne söylemiyor?

Bu bahsi[13] buraya almamızın sebebi şerh, izah ve tanzimden bahsediyor oluşu. Fakat uzun yıllar 35. Mektubun sağladığı geniş alandan henüz haberdar değilken, bu bahsin kısıtlayıcı bir üslupla okunması, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız yeni entelektüel üretimlerin karşısına bir set olarak çıkarılmıştır. 35. Mektubun neşredilmemesi bu açıdan problematiktir. Hatta bu kısıtlayıcı okuma biçimi, metinde ifade edilen “tanzim”e karşı “içeri”de gösterilen şiddetli direnci netice vermiştir.

Evet, burada Bediüzzaman kısıtlayıcı bir üslup kullanmıştır. Fakat bağlam çok başkadır. İlmi enaniyetten kaynaklanan kıskançlık ve rekabet duygularıyla, Risaleleri ve müellifini küçümsemek kastıyla telifata kalkışmanın yanlışlığına işaret edilmektedir sözkonusu metinde.

 

2. Kısıtlayıcı Unsurlar

Peki elimizde bu referanslar varken, Nur Talebeleri ne yapmıştır 1960’tan bu yana? Yukarıda incelediğimiz mektuplarda vasiyet edilen entelektüel faaliyetler ne oranda gerçekleşmiştir?

Altı çizilmesi gereken iki husus var:

Birincisi, zorba devlete karşı verilen muhafaza ve meşruiyet mücadelesi, Nur Talebelerini sürekli savunma pozisyonunda tutmuştur. Bu bağlamda metinlerin bugüne kadar sağlıklı bir şekilde ulaşmasını temin eden bütün Nur Talebeleri her türlü takdiri haketmektedir.

İkincisi, İlahiyat fakülteleri başta olmak üzere akademyanın Risale-i Nur’a uyguladığı ambargo, metinlerin entelektüel çalışmaların öznesi olmasını bugünlere kadar geciktirmiştir.

Bunlar harice bakan meşru mazeretler olarak kabul edilmelidir. Fakat Nur Talebeleri bugün ulaştığımız özgürlük ortamında kendi özeleştirisini de yapmak durumundadır.

Özeleştiri yaptığımızda karşımıza çıkan gerçek şudur: Risale-i Nur üzerinden (mehaz) yapılan entelektüel üretim gerek yerel gerekse uluslararası arenada söz söyleyebilecek düzeyde olmamıştır. Yayınlanan kitap, tez ve makale sayısı ve niteliği bunun açık göstergesidir. Yine yetişmiş entelektüel insan kaynağındaki kıtlık da başka bir göstergedir. Evet, Nur Talebesi ilim adamları mevcuttur ama bunların pek çoğunun Risale-i Nur’a yaklaşımları eklektiktir. Düzenlenen akademik toplantılarda bile Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur övücü, propagandif dilin baskın olduğu bilinen bir gerçektir. Medresetüzzehra’yı idealize eden insanların bugüne kadar kurup yaşatabildikleri enstitü, akademi, araştırma merkezi, think tank vb kurumların sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. Ve ne yazık ki var olanlar da disipliner bir eğitim uygulayamamaktadırlar. Henüz araştırmacılara açık, kapsamlı bir tematik kütüphane kurulamamıştır. Üstad’ın tashihinden geçmiş Risale metinleri ve belgeler hâlâ özel kütüphanelerde saklanmaktadır. Risale-i Nur’un en çok okunduğu klasik dersler ise çoğunlukla metinlerin “teberrüken tilavet edilmesi” boyutuyla sınırlı kalmıştır. Söz, yazıya galip gelmiştir.[14]

Kanaatimce bu sonucu netice veren şey “cemiyetleşme”dir. Nur Talebelerinin cemaatleşmesi sosyolojik bir olgudur ve olağandır. İçten dışa talebe-kardeş-dost vasfıyla, mütedahil daireler halinde, “muhalif cereyana taraftar olmamak”[15] hattına kadar genişleyen cemaatleşme olağandır, kuşatıcı ve kucaklayıcıdır, hür bir zemindir. Cemiyetleşme ise bu çizgiden sapmadır. Bugün bizim Nur dairesi içinde “cemaat” olarak adlandırdığımız oluşumlar, iç yapıları ve ilişki biçimleriyle daha çok cemiyettir. Lideri, bürokrasisi, hiyerarşisi ve hatta tüzüğü olan bir yapı artık cemaat değil cemiyettir. Bediüzzaman’a yöneltilen en temel ithamlardan biridir biliyorsunuz “cemiyet kurmak.” Bir müdafaasında şöyle diyor: “Meselemiz imandır. İman kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamlarıyla uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekalliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz”[16] Bugünkü cemaatlerin ilişki biçimi “ekser içinde ekalliyetin ittifakı” değil midir?

Cemiyete dönüşen cemaat, kaçınılmaz olarak kendi resmi görüşünü oluşturacak, bir söylem biçimi geliştirecek ve bunları muhafaza etmek için çabalayacaktır. Yani “kırmızı çizgileri” olacaktır. Dolayısıyla lider-bürokratik yapı-resmi görüş üçgeni hür düşünceye izin vermeyecektir. Oysa Bediüzzaman’ın 35. Mektupta vasiyet ettiği neşriyat faaliyetleri için-neşriyat faaliyetinin tabiatı zaten bunu gerektirir-birincil ihtiyaç düşünce ve ifade hürriyetidir. Bu yapılarda düşünce ve ifade hürriyetini, ait olduğu cemaatin resmi görüşüne aykırı olarak kullanmakta ısrar eden Nur Talebelerinin akıbeti ise genellikle ya kendi isteğiyle ya da “cemaat kararı”yla oradan uzaklaşmak olacaktır.

Bediüzzaman’ın “Mehdiyet” kimliği üzerinden kendisinin kültleştirilmesini engellemek ve nazarları şahs-ı maneviye yönlendirmek için söylediği “Zaman cemaat zamanıdır”[17] sözü bağlamından kopartılarak yorumlanmakta, cemaatler tarafından, müntesiplerin sadakatini kuvvetlendirecek bir argüman haline dönüştürülmektedir. Sözkonusu ifadenin bir başka kullanımının Birinci Meclis’te Mustafa Kemal’in “tek adam”lığına karşı kullanılması[18] ise ironik çağrışımlar içermektedir.

Bediüzzaman’ın “onu yazan ve yazdıran Risale-i Nur Talebesi unvanını alır” çizgisiyle, cemaatin görüşlerine sadakat üzerinden yapılan Nur Talebeliği tanımı arasındaki uçurumun boyutları üzerine hep birlikte düşünmeliyiz.

Bugün geldiğimiz noktada, iletişim imkânlarının çoğalması ve kolaylaşması, internetin biçimlendirdiği yeni dünya, refahın artmasıyla oluşan yeni sosyoloji ve nispeten özgürleşen Türkiye, Risale-i Nur hizmetini yeni bir eşiğe taşıdı. Adeta Bediüzzaman’ın Muhakemat’ta bahsettiği “istikbal” dönemi[19] uç verdi. Henüz akademik bir ölçeğe vurulacak düzeyde olmasa da cemaat duvarları şeffaflaştı. Yani Nur Talebeleri kendi “cemaati” dışındaki derslere, organizasyonlara daha çok katılır oldu. Herhangi bir cemaate aidiyet hissetmeyen ve fakat Risale-i Nur okuyan, okutan, Bediüzzaman’ın ifadesiyle onu yazan, yazdıran ve intişarına yardım eden fertler, kurumlar ortaya çıkmaya başladı. Akademik format içinde entelektüel üretim endişesi taşıyan gruplardan, benim “new age hizmet grupları” dediğim popüler bir üslup, dil ve biçimi tercih eden oluşumlara kadar geniş bir yelpaze ortaya çıktı. Bunlar ümit verici gelişmeler olarak değerlendirilebilir.

 

3. Sonuç Yerine Öneriler

  1. Mevcut Nur Cemaatleri elbette varlıklarını sürdüreceklerdir. Ancak kendilerini cemiyet pozisyonuna indirgeyen yöntem ve uygulamaları gözden geçirmeleri kaçınılmazdır. Bunun için öncelikle zihniyet değişikliği gerekmektedir. Ve yine etrafında toplandıkları karizmatik liderleri “müzahir” profiline indirgemeliler. Yeni “lider”lerin ortaya çıkmasına müsaade etmeyip, meşvereti tesis etmeliler.
  2. “Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız,” “Tasvir ve tezyin-i müddea zihnimizi işba’ etmiyor. Burhan isteriz”[20] diyen yeni nesillerin dilini konuşmalı, daha rasyonel bir anlatı dili yakalanmalıdır.
  3. Metinlerin sıhhatini korumak gayesiyle geliştirilen haklı refleks Külliyatı dogmaya dönüştürmemelidir. Kutsal olan cildi, kâğıdı, sayfa düzeniyle kitabın kendisi ya da Risale-i Nur hizmetini yürüten kişi ve kurumlar değil içindeki hakikatlerdir. Bu bağlamda, yetersiz de olsa ileri adım olarak değerlendirilebilecek olan ayet, hadis mealleri, lügatçe ve ansiklopedik bilgilerin kitaplara yeniden girmesine müsaade edilmeli; hataların giderilmesi, eksiklerin tamamlanması için ortak çalışma grupları oluşturulmalıdır.
  4. Özellikle ehl-i imanın Risale-i Nur’a mesafeli duruşunda Nur Talebelerinin de rolü olduğu kabul edilmelidir. İttihad-ı İslam’ın farz vazife olduğuna inanan Nur Talebeleri diğer ehl-i imanla aralarındaki köprüleri çoğaltmalıdır.
  5. Risale-i Nur Külliyatı ve Bediüzzaman ile ilgili bütün dokümanların ve yayınların birarada bulanacağı, herkesin kullanımına açık tematik bir kütüphane kurulmalıdır.
  6. Risale-i Nur’u mehaz kabul ederek ilmi, imani, içtimai meseleler hakkında düşünce üretimi için ortak fikrî müzakere zeminleri çoğaltılmalı, buralardan hasıl olarak kitap, makale, araştırma dosyası, rapor gibi materyaller yine güçlü yayınevleri üzerinden dünyaya servis edilmelidir.
  7. Hizmet müesseseleri akademik usul ve esaslar çerçevesinde kendi insan kaynağını yetiştirmelidir. 35. Mektupta vasiyet edilen neşriyat yükümlülüğü bu kadrolarla mümkündür. Devşirme aydınlarla sonuç alınamayacağı tecrübe edilmiştir.
  8. Bu tür platformlarda telahuk-u efkar, fikir hürriyeti, ruhların tesanüdü ve taassupsuzluk ilkeleri vazgeçilmez değerler olmalıdır. “Herkes kendi harekât-ı meşruasında şahane serbest ol[malı]”; ortak karar alma süreçlerinde meşveret kuralları uygulanmalıdır. Her türlü vesayet ve angajmandan bağımsız yapılar inşa edilmelidir.
  9. Şüphesiz bu maddeler çoğaltılabilir fakat kabul edelim ki bütün bunlar ancak uhuvvet ve ittihad zemininde mümkün olabilir.

 

—————————-

[∗] Bu metin 17-19 Nisan 2015 tarihlerinde düzenlenen “Kastamonu Lahikası Sempozyumu”nda sunulan tebliğin gözden geçirilmiş halidir.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Söz Basım Yayın, İstanbul: Şubat 2014, s. 43.

[3] A.g.e., s. 72-75.

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: Şubat 2014, s. 588-591.

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınları, İstanbul:2002, Cilt: 2, s. 1590-1591.

[6] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Diyanet İşleri Başkanlığı (basılmamış nüsha), s. 51-53.

[7] “Üstad”lığın mahiyeti için bkz: “Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.” http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=166 (erişim tarihi: 10.04.2015)

[8] “Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, ‘Risale-i Nur talebesi’ unvanını alır.”

[9] “Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risaleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur’an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.”

[10] “Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım.”

[11] “Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor.”

[12] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&SubSection=TelifKronolojisi (erişim tarihi: 10.04.2015)

[13] “Bir şey daha kaldı; en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hÂlde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder-tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:

Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mÂl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.”

http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=413 (erişim tarihi: 10.04.2015)

[14] Bu paragraftaki iddialarımızı rakamlarla ve somut isimlerle desteklemek mümkün, fakat maksadımız deşifre değil tespit olduğu için bundan bilerek kaçındık.

[15] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=KastamonuLahikasi&Page=193 (erişim tarihi: 14.04.2015)

[16] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=TarihceiHayat&Page=200 (erişim tarihi: 14.04.2015)

[17] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=425 (erişim tarihi: 11.04.2015)

[18] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=MesneviiNuriye&Page=87 (erişim tarihi: 11.04.2015)

[19] “Vakta ki, hâl sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde başlayan meyl-i taharrî-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkârâneyi intaç eyleyen berahin-i katıadan başka isbat-ı müddea birşeyle olmaz. Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ’ etmiyor. Burhan isteriz.” http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Muhakemat&Page=31 (erişim tarihi: 11.04.2015)

[20] http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Muhakemat&Page=31 (erişim tarihi: 11.04.2015)

Yazıyı Paylaş


Tags :

Bir Cevap Yazın

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>